ERZURUMLU AŞIKLAR
  Asik Ruhani
 

00001.gif

a__k_ruhani.jpg

ÂŞIK MUSTAFA RUHANİ
HAYATI VE SANATI

Âşık Mustafa Ruhani, 1931 yılında Erzurum'un Tortum ilçesine bağlı Aşağı Sivri köyünde dünyaya gelmiştir. Asıl adı Mustafa Temel'dir. Babası, aynı köyde çiftçilikle uğraşan, nalbantlık, duvar ustalığı, hızarcılık gibi işlerle de uğraşan Ahmet, annesi ise Ayşe Hanım'dır. İkisi kız, dördü erkek olan altı çocuklu ailenin ikinci çocuğudur.
Çocukluk yıllarında köy imamından Kuran dersleri almaya başlayan Mustafa, bir süre sonra Kuran'ı ezberlemek için çaba harcamasına rağmen tamamlayamaz. Köyünde okul olmadığı için ilkokul öğrenimini yapamaz, ancak daha sonra arkadaşlarının yardımıyla yeni harfleri öğrenir.
O yıllarda Mustafanın amcası Mehmet'in otururken, çalışırken sıkça okuduğu, mırıldandığı iki şiir vardır ki bunlardan birisi;
Şol cennetin ırmakları
Akar Allah deyu deyu.
Mısralarıyla başlayan Yunus Emreye ait şiirdi, diğeri de Narmanlı Aşık Sümmani'ye ait olan ve

Arzu maksuduma, firkat ahıma
Nöbet geldi varmadan mı gideyim.
Yüzüm sürüp bu dem adil şahıma
Derde şifa sormadan mı gideyim.

Dörtlüğü ile başlayan şiiridir.
Bu şiirleri amcasından sıkça dinleyen Mustafa'da şiire karşı bir sevgi ve tarif edilemez bir ilgi uyandırır. Şair; kendisinin şiirle olan ilk temaslarının böyle başladığını, Ben de bu tür şiirleri söyleyebilir hale gelsem diye çok niyazda bulunduğunu, tenhalarda ağlayarak dolaştığını ifade etmektedir. Bunlar, çocuk ruhunun estetik kaygılara bürünerek dışa yansıyan, ama adı konulamayan ilk ve basit düzeydeki arzulardır.
Bu şiirleri dinleyen ve ruhunda bazı kıpırdanmalar hisseden Mustafa; o dönemlerde sıkça rüya görmeye başlar. Günlerce süren bu rüyalarında nurani bir adam gelerek Mustafa'ya uzun bir elbise giydirmeye çalışır, onu uzaklara, dağlara çıkarır, kitaplarla dolu olan bir eve götürür ve güzel bir kız ile görüştürür.

Henüz 10 yaşını idrak etmiş olan küçük Mustafa, 1941 yılının Mayıs ayında eline geçirdiği bir dinamit kapsülü ile oynarken kapsülün patlaması sonucunda sol gözü ile sağ elinin üç parmağının uç kısımlarını kaybeder. Ulaşım imkânlarının yetersiz olduğu o günlerde kağnı ile Erzurum'a getirilir ve Numune Hastahanesinde bir süre tedavi gördükten sonra köyüne götürülür. 1943 yılında sağ gözünde de rahatsızlık hisseden Mustafa, tedavilerden sonuç alamaz ve sağ gözünün görme yeteneğini de büyük ölçüde kaybeder.
Bu olaydan sonra Mustafa'da belirgin bir biçimde içe kapanma görülür. Organlarından birini kaybetmenin üzüntüsüne hastahane kapılarında acılarla geçirilen günlerin sıkıntısı eklenir. Yoksulluk içinde kıvranan bir ailenin çocuğu olarak bunlara katlanmak zorunda kalır.
Hayatının akışını değiştiren dinamit kazasından sonra büyük acılar çeken Mustafa, ilk gençlik yıllarında da rüyalarında nurani adamın tanıştırdığı kız ile görüşmeye devam eder. Bir hayal perisine benzettiği sevgilisinin aniden gözden kaybolması üzerine hani ne oldu, nereye gitti, o bir ruh muydu diye sorunca nurani adam Mustafa'ya senin adın Ruhani olsunder.
Bu dönemlerde tenhalarda gezmeyi alışkanlık haline getiren Mustafa, zaman zaman gözyaşlarını tutamayarak Allah'a yalvarır ve âşık olmak, Sümmani'ler, Yunus'lar gibi şiir söylemek istediğini belirtir. Bazen basit düzeyde kafiyeler meydana getirerek ahenkli sözler söylemesi, birkaç mısralık kırık dökük şiir denemeleri yapması, komşusu olan Haydar Çavuş'un dikkatini çeker. Âşık tarzı şiir geleneğini bilen ve eski âşıklara ait çok sayıda şiiri ezberlemiş olan Haydar Çavuş, Mustafa ile ilgilenir ve ona yardımcı olur. “Ben bir mısra söyleyeyim, sen de ona uygun kafiyeli bir mısra söyle diyerek onu yönlendirir. Mustafa'ya bir tahta parçasından basit bir saz yapılır, Halil Polat adlı komşunun askerlik dönüşünde getirdiği ince telefon telgraf telleri bağlanır. Böylece onun oyalanabileceği bir çeşit oyuncak ortaya çıkar.
Saza benzeyen bu alet eşliğinde çeşitli türküleri mırıldanan ve kendiliğinden de bazı şiirler söyleyen Mustafa, çevresinde âşık olarak tanınmaya başlar. Zamanla çeşitli düğünlere, eğlencelere çağrılır, ancak henüz ileri düzeyde saz çalamamaktadır. Tortum'un Bağbaşı köyünde oturan ve Ayazi mahlasıyla şiirler söyleyen Muharrem Usta'nın Aşağı Sivri köyüne yaptığı bir ziyaret, Ruhani için ele geçmeyecek bir fırsat olur. Muharrem Usta Ruhani’ye saz çalma ile ilgili genel kuralları öğretir.
Amcasının, komşusu Halil Çavuş'un ve Bağbaşı köyünden Muharrem Usta'nın katkılarıyla âşıklık sanatına iyice ısınan Mustafa'nın bir başka


Proble mi daha vardır. Babası onun saz çalmasını ve şiir söyleyerek aşık gibi tanınmasını istememektedir. O, Mustafa'nın fazlaca duygusal bir kişilik kazanarak derbeder bir hayata düşmesinden korkmaktadır. Akrabalarının ve komşularının ısrarı ile babası ikna edilir. 1920 yaşlarında iken aile büyüklerinin de hazır bulunduğu bir anda uygun ortamın oluştuğunu anlayan Mustafa, sazını alarak babasına hitaben şu şiirini söyler:

İzin ver elime alayım sazı
Mızrabım dokunsun telime baba.
Dağladı sinemi hasretin közü
Baksana savrulan külüme baba.

Sevda beni gelir tutar huy gibi,
İki gözüm yaş döküyor çay gibi,
Doğrulamam eğilmişim yay gibi,
Felek tekme vurdu belime baba.

Ruhani'yim oldu yolum dolaşık
Aşkın şerbetinden içtim bir kaşık
Hem yaralı hem yaslıyım hem âşık
Bırak beni kendi halime baba.

Bu, Mustafa Ruhani'nin dörtlükler halinde hece vezniyle söylediği ilk şiiridir. Babasının nezdinde ve aile içinde de meşruiyet kazanan âşıklık, bundan sonra Mustafa için bir meslek haline gelir. Rüyasında gördüğü nurani adam tarafından verilen Ruhani mahlası ile şiirler söylemeye devam eder. 1955 yılının bir Haziran gününün sabah saatlerinde sazının bakımıyla uğraşırken kısmen görebilen sağ gözünün aniden karardığını hisseder. Odanın pencerelerine bir perde çekildiğini zannederek dışarıya çıkar, yine bir şey göremediğini anlar. Tekrar içeriye gelir ve bir süre ağladıktan sonra şu şiiri söyler;

Tül perde zannettim ilk bakışımda.
Bir örümcek penceremi ağlarken.
Nurlu güneş sen kararma karşımda
Kader benim gözlerimi bağlarken.

Bir ağır yaraya düştüm elaman,
Yerinden üzemez hiçbir pehlivan.
Kurtlar kuşlar bile kurdular şivan,
Felek beni sitem ile dağlarken.

Ben derdimi döksem dayanmaz yürek
Ne yaprak yeşerir, ne açar çiçek.
Ne kuşlar ötüşür, ne uçar sinek
Ben çekilip bir köşede ağlarken.

Seyhan, Ceyhan akmaz Fırat mı yürür,
Murat geri teper Dicle de kurur,
Kızılırmak coşmaz Sakarya durur,
Ruhani'nin gözyaşları çağlarken.

Mustafa Ruhani, ilk karşılaşmasını Aşağı Sivri köyüne gelen Narmanlı Âşık Divani ile yapmıştır. Daha sonra çok sayıda âşıkla karşılaşma fırsatı bulmuştur.
Başta Konya Âşıklar Bayramı olmak üzere Türkiye'nin birçok ilinde düzenlenen âşık toplantılarına ve yarışmalara katılan Ruhani, bu toplantılarda kendini kanıtlayarak çeşitli ödüller almıştır. Yurt dışında da çeşitli programlara katılmış, Almanya, Belçika, Hollanda ve Fransa'da programlar yapmıştır.
Âşık tarzı şiir geleneğinin gelecek kuşaklara aktarılması için çaba harcayan ve her fırsatta genç meslektaşlarına tecrübelerini aktaran Ruhani, yetiştirdiği çıraklarıyla da geleneğe katkıda bulunmuştur.
Saz çalma ve hazırlıksız şiir söyleme yeteneği çok güçlü olan Ruhani, aynı zamanda iyi bir hikâye musannifi ve anlatıcısıdır. Kendi tasnifi olan Nergis Hanım, Yetim Esma, Yusuf Çavuş ve Zülbiye Hatun hikâyelerinin yanı sıra klasik halk hikâyelerinden birkaçını ve son dönemlerde anlatılan hikâyelerden bazılarını da bilmektedir.
Mustafa Ruhani iki kez evlenmiştir. 1958 yılında gerçekleştirdiği ilk evliliğin altıncı ayında iken eşini kaybetmiş, 1961 de ikinci kez evlenmiştir. Ruhani'nin 3 kız, 1 erkek çocuğu vardır. Halen Erzurum'da ikamet etmekte olan Ruhani, çeşitli âşık toplantılarına katılarak sanatını icra etmektedir.


Haluk Yaşar TEMEL
(oğlu)



4.jpg

 

 
  Bugün 1 ziyaretçi (1 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol